Avrupa’da el kilim dokuması endüstrileşmişken, Türkiye’de dokunan kilimlere yorum katılması Türk kilimini daha değerli kılıyor.
Türk kültürünün en önemli tarihi mirasları arasına adını yazdıran kilim geleneği günümüzde hala sürdürülüyor. Kilime uzun yıllar gönül veren Kilim Company Firma Sahibi İbrahim Geyikoğlu, her kilimin bir öyküsü olduğunu ve ‘Türk Kilim’in ruhu olduğunu anlatıyor. Halı sektörüne 1970’li yıllarda başlayan Kilim Company markası bugün 40 yıllık bir tecrübeyle el halısı alanında başarılı çalışmalara imza atıyor. Geyikoğlu, yılların tecrübesi ile kilim kültürünü anlatırken, eskilerden beri kadınların kilimleri dokurken ruhlarını ve yaşanmışlıklarını ilmeklere yansıttığını söylüyor.
Halı sektörene nasıl ve ne zaman giriş yaptınız? Uzun yıllardır sektörün içinde olmanın verdiği tecrübeyle dokuma el kilimi sektörünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bundan 40 sene önce, halı kilim tamiri ile sektöre adım attım. Kilime dokunmak, modeli ve yöreyi bilmek bu konuda bir avantajdı. Halı tamirinin kazandırdığı avantajlardan bir diğeri de farklı ellerden çıkan motif ve modelleri görme şansı yakalıyorduk. Aslında bu işin alt yapısı oldu. Bu bilgi ve birikimin sağladığı kolaylıkla Türkiye’nin birçok yerinde imalat yaptık. Türkiye’de üretim şartlarının zorlayıcı olması bizi üretimde yurtdışına yönlendirdi. Türkiye’nin nüfusu 70 milyonken, Çin’in nüfusu 1 milyondan oluşmaktadır. Türkiye’de üretim işi biraz daha ilkel, aslında işin güzel tarafı da budur. Baktığınız her kilim aynı olsa da farklılıklarını görürsünüz. Yurtdışında ise her şey aynı ve daha standart yapılıyor. Biz de aynı modelin farklı ellerden farklı çıkması güzelken, onların gözünde bu hata olarak nitelendiriliyor.
Peki, işin burasında doğru olan hangisidir?
Bu konu biraz tartışmalıdır. İTKİB’de düzenlenen konferansta bu konu üzerine uzunca konuşuldu. Dokuyucu ile anlatan arasında bir iletişim, yani dokunuş var. Standarda bağlı kalmayınca kişisellik ön planda oluyor ve yapılan işte bir güzellik ortaya çıkıyor. İşin ticari tarafından bakınca işler biraz daha değişiyor. Müşterinin sizden beklediği standart bir ölçü var. Bu mantıkta baktığınızda bunu Türkiye’de yapmak biraz daha zor oluyor. Kısacası işin ticari tarafı yurtdışında yaptırdığınız, görsellik ve duygu tarafı ise ülkemizde yapılandır. Anadolu’da dokunan kilimde birisinin diğerinden farklılığı var, bunun güzelliği var. Bu işin müşteri tarafından takdiri de çok önemlidir. Bu nedenle üretimi yurtdışında yaptırdık.
Yurtdışındaki üretimin Türkiye’ye kıyasla zorlukları oldu mu?
İnsanların alışkanlıklarını değiştirmek çok zordur. Yurtdışında belli standartlar olduğu için onu değiştirmek çok kolay değil. Bunu anlatan güzel bir örnek yaşadık. Japonya’dan yüklü bir sipariş almıştık, istenilen adetler zamanında yetişmedi. Tufanbeyli’nde en iyi dokuyucuları bulduk. Zamanında kilimleri almaya gittiğimizde hiçbir tanesi bizim verdiğimiz örneğe benzemiyordu. Yaptırdığımız el ipi kök boyaydı, el ipi olunca dokuması daha zordur. İpler biraz daha seyrek atıldığı için model tutmadı. Bu yaşanılan 30 yıl öncesine dayanıyor. Yapılan üç model de numuneye benzemiyordu, bunun nedenini sorduğumuzda birincisinin modeli benzemediği için tüccarın beğenmeyeceğini, ikinci de kendi modelini yapmaya karar verdiğini, üçüncüde ise tezgahta devam ederken yer kalmadığı için değişik ölçüde yaptığını söyledi. Türkiye’de kilimcilik bu şekilde, belki de bunun güzelliği de kendinden bir şeyler katabiliyor olmak. Avrupa’da verdiğin numuneyi toplu adetlerde birebir alabiliyorsun ama onda da ruhu eksik oluyor. Avrupa’da bu iş artık endüstriyelleşmiş durumdadır. Türkiye’nin halısı ve kilimi farklı, bir ruhu ve altında yatan tarihi, hikayesi var.